ben aşka inanmıyorum...!neden her girdiğimde dibine alkolün, aşka inanmadığımı haykırıyorum ?neden her sevgiden canım yandığında bir insanın bir insanı sevebileceğine inanamıyorum...
hayal kırıklığı ne demek biliyormusunuz ?hayal ettiğiniz şeylerin olmaması değildir hayal kırıklığı bu yanlızca bir üzüntü biçimidir, kısa bi matahdır gelir geçer...uzun bi zaman kafanıza, hayallerinize, rüyalarınıza, işinize, gücünüze, yediğiniz yemeğe, oturduğunuz sandalyeye her anınıza her saniyenize birini koyarsınız, herşeyi onunla yaşarsınız, yapışır kalır çıkmaz aklınızdan bir an bile...çok derinden mutlu gözlerle baktığınız yalnız bir fotoğrafınıza onu yerleştirmeye çalışırsınız, kenarına köşesine...onunla zaman geçirirsiniz düşlerinizde, belki yıllar sonrasına gidersiniz belki hemen yarına...artık düşünmek istemezsiniz çünkü hayallerinizde sıkılmaktan bitirmekten korkarsınız onu...sonra bu sessiz feryadınızı anlar, tüm çıplaklığınızla anlatırsınız ona bunun nasıl bişey olduğunu, aynı pırıltıyı görürsünüz ve o an daha önce hiç yaşamadığınız bişey yaşarsınız, mutluluk değildir o adı yoktur...gecenin üçünde şakır şakır yağmur yağarken alıp onu istanbula çıkarsınız, şehrin tehlikesinden daha tehlikeli bişeydir o an, gözünüz hiçbir şey görmez, aklınıza ne ölmek gelir ne yaşamak, sadece o an vardır sizin için ne anne ne baba ne kardeş...öyle bişeydir ki bu gözlerinin içine baka baka ağlarsınız, o kadar safdır ki o yaşlar sanki onun ellerine dökülen her damla için bir damarınız patlar karnınızda biyerlerde, birşeyler akar içinizde acıtır çok acıtır ama tuttuğunuzda ellerini sanki paylaşırsınız onunla o acıyı, birazda ona verirsiniz sanki, baktığınız zaman tekrar gözlerinin tam içine doğru ondada hissedersiniz o acıyı, dudaklarına doğru yaklaştıkça diye bi evre yoktur, yaklaşmadan öpersiniz onu dudaklarından hızlıca, sanki yağmur içinize içinize yağmaya başlar o an birşeyler söndürür sanki, yaralar kapıtır sanki biryerlerde, acıyı alır yavaş yavaş ve zaman sadece zamandan ibarettir o an...sırılsıklam olursunuz ama sizinle birlikte ıslanan o istanbulu izlersiniz, istanbulu daha bi seversiniz şarkılar söylersiniz bağıra bağıra ve detone olmak sizin için bir çizgidir, aştıkça o çizgiyi kuşlar çıkar ağzınızdan kaçarlar gökyüzüne, geçtikçe o çizgiyi daha fazla, daha fazla kanatlanırlar içinizden kıpır kıpır yukarı çıkıp şarkılarla kaçışırlar... geçtikçe o çizgiyi daha fazla olurlar...yıldızdan bakarsınız istanbula, kimse yoktur beşiktaş sahilinde, herşey sizindir sanki o an...ve ertesi gün birden biter...sanki bütün bu yaşadıklarınız sabah kaltığınızda hatırlayamadığınız basit bir rüyaymışcasına biter...birşey olmuştur, bir takım egolar girmiştir aranıza yada ne biliyim küçücük bir nedenden dolayı biter...hayatınıza devam edersiniz bir hafta iki hafta ve sonrası...unutmaya çalışırsınız bazen unutamazsınız söküp atamazsınız ama hayat devam ediyodur, düzen devam ediyodur...sanki unutmaya mecbur olduğunuz için unutursunuz ve sonra belki yeni birini bulursunuz, yeni birini sevmeye çalışırsınız ve seversinizde belki, belki onunlada aynı şeyleri yaşarsınız, belki bu defa yağmur yoktur istanbulda belki yıldız parkında değilsinizdirde başka biyerdesinizdir, belki kafanız derindir ve onu dudaklarından öpme vakti geldiğinde onun dudaklarına doğru yaklaşma diye bir evre vardır sizin için artık...işte o an durursunuz aniden, büyük bir patlamadır bu, elektrik çarpmışcasına donar kalırsınız çok kısa bi an bir film oynar gözlerinizin önünde çok kısa, o gelir aklınıza birden, çok kısadır o an çok hızlı, içiniz cız eder ve o ilk yaraya dönersiniz birden...
ve ' aşk' ın ne olduğunu o an anlarsınız...
aşkın ne garip bişey olduğunu ama varolmaya çalıştığı bedenlerdeki yenilgisini görürsünüz yani aslında onun olmadığını anlarsınız ...
işte hayal kırıklığıda budur...
Crystallizer
20 Nisan 2010 Salı
18 Mart 2010 Perşembe
Have to tell something .

Zamandan hızlı bi film bu , iyi adam değilim , kötü kadın değilim , çocuğum daha sanırım yada çok erkenim zamanlaması başarısız tüm beyinlere , hüzün , hazan , acı , trajik bi soğuk , dilimi bilmeyen milyar insanın içinde büyük bi soykırımdan arda kalmış tek kişiyim sanki , herkesin basit bi itiraf'ı oynadığı bu sahnede herkesin inkarıyım , ihanet eden ablalar , sadık kalan amcalar , manipüle edilmiş matıklar , düdük bende , bu trafiğin polisiyim , istediğimi geçirdiğim o kritik çizgilerden , istediğimi durdurduğum ellerim sanki tanrısal bi hakimiyet tribinde , yaşıyorum oyunculuğu , tüm repliklerim doğaçlama , hangi kameradayım bilmiyorum , bana kim nerden nasıl bakıyo bilmiyorum , umrumda değil , 5 saniye sonrasını hissedebiliyorum , hissetmeliyim çünkü zamandan hızlı bi film bu , filmin adı zaten ortada , öyleyse çöp tenekeleri buruşturulup atılmış senaryo kağıtları için varlar , figüranlar geriden geliyor yine çünkü onlar figüranlar , onlara öğretilmiş oyunculuk yıkanmış paklanmış beyinleri , söyleneni oynarlar , söylenmeyeni zaten bilemezler , dublörün erkeği fahişe , erkek olmayanı kadın , kadın sahte , kadın sahi , kadın kalpsiz bazen , bazen çok ince bi çizginin tam önünde , bir adım ilerisi ölüm ancak bir adım ilerisi hayatı kadının bazen , erkeği fahişe ... filmin adı ortada , ben adından çıktım yola , sonra farklı yollar çıktı karşıma , biri sağa diğeri sola , başka bi yol en başa dönüyordu , diğer bi yol en sona gidiyordu , ben oturdum düşündüm , bi ağırlık merkezi buldum kendime , bazı geçenleri orda ağırladım , beğenmediler kimisi sağa döndü devam etti , kimisi en başa , kimisi en sona baktı , almadı gözü , bi müddet daha benle kaldı sonra döndü oda en başa ...
Filmin tam ortasındayım ve bir yolcu bekliyorum sanırım , uzak gözlüğünü almasın yanına mühim değil , içimde yarım kalan , belkide hiç başlamamış garip bi duygu var , filmin tam ortasında , o duygunun hemen yanıbaşındayım...
16 Şubat 2010 Salı
Güzelleme

bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların
bunlar o kadar güzel ki artık o kadar olur
bunlarda saçların işte akşamdan çözülü
bak bu sensin çocuğum enine boyuna
bu da yatak olduğuna göre altımızdaki
sabaha kadar koynumda yatmışsın
bak bende yalan yok vallahi billahi
sen o kadar güzelsin ki artık o kadar olur
işte bak sen gözlerinde burda
gözlerinin ucuda burda yaşamaya alışık
iyi ki burda yoksa ben ne yapardım
bak çocuğum kolların işte çıplak işte
bak gizlisi saklısı kalmadı günümüzün
gözlerin sabahın sekizinde bana açık
ne günah işlediysek yarı yarıya
sen asıl bunlara bak bunlar dudakların
bunların konuşması olur öpülmesi olur
seni usulca öpmüştüm ilk öptüğümde
vapurdaydık vapur kıyıdan gidiyordu
üç kulaç öteden istanbul gidiyordu
uzanmış seni usulca öpmüştüm
hemen yanımızda balıklar gidiyordu
Cemal Süreyya
10 Ekim 2009 Cumartesi

yağmurun yerden göğe yağdığı
bu gece yasak bölgedeyim
büyük çingenelerin çaldığı
kaçak silahların içindeyim
sevişmek kapısının kapandığı
bir nabız yoklar ki daima
hızlı bir nabız yoklar elim
öpüştüklerim hırsızlama
çirkin bir ağızda dişlerim
bir bıçak değer dudağıma
gök yarıldıkça şimşeklerden
soğuk aynalarda kilitliyim
tırnaklarımdaki elektrikten
su gibi erir iliştiklerim
kıvılcımlar uçar kirpiklerimden
doğumdan öncesini yaşıyorum
henüz belli olmadı kimliğim
vücudunu arıyor ruhum
bir yerde atomun çekirdeğiyim
bir yerde artı sonsuzum
Atilla İLHAN
16 Mayıs 2009 Cumartesi
Anlaşılmaya başladığım an bırakacağım
Sınırları beyazla çizilmiş beyaz bir sahnenin ortasındayım,bir aşk şarkısı söylenmiş olmalı burda.Bir kadın yerde,bir mikrofon yarım kalmış ve bir orkestra,Pianistin gözyaşları ve geri vokaller geride kalmış epey,yetişememişler sınırlara...
Belki bir playback kadar yalan mikrofondan hala devam ettiğini sandığım bu tını,belkide
sofistike bir yalanın gerçeğe olan özlemine verilmiş bir ceza... Yada gerçekten gerçek,
ifadesi mümkün olmayan bir arzu ediş biçimi...
Bence sınırlarının farkedildiğinin farkına varan Aşk,Tanrının bi anlık dalgınlığından faydalanmış...
Bu şarkı yarım kalmamalıydı.
Belki bir playback kadar yalan mikrofondan hala devam ettiğini sandığım bu tını,belkide
sofistike bir yalanın gerçeğe olan özlemine verilmiş bir ceza... Yada gerçekten gerçek,
ifadesi mümkün olmayan bir arzu ediş biçimi...
Bence sınırlarının farkedildiğinin farkına varan Aşk,Tanrının bi anlık dalgınlığından faydalanmış...
Bu şarkı yarım kalmamalıydı.
16 Şubat 2009 Pazartesi
Part 2

Fotoğraflar vardır sadece...
Sen öyle değilsin,bende öyle.Alan almış keleme seni çok önceden,benide öyle.
Bu emek,bu ihanet,bu hengame,bu trafik... Hepimiz sonrası öncelerden kaderize edilmiş fotoğraflarız aslında.
Stresler ve mutluluklar,soğuklar,sıcaklar,negatifler ve pozitifler,hayal kırıklıkları,
bakışlar,duruşlar ve susuşlar,objektifler ve subjektifler.
En minimal enerji bir fotoğrafdır aslında,her düşünce bir fotoğraf ve fotoğraflardadır tüm notalar sonra ritmler sonra melodiler sonra müzikler ve her müzik o fotoromanın duygusudur.
Peki ya aynalar ?*^^ Bir fotoğraf iki ayna arasında kalmak gibidir aslında...
Kalabilirmisin tek bir fotoğrafta,çıkamayabilirmisin bir fotoğrafın dışına,
zaman varken yokolabilirmisin bi an,inip içine durdurabilirmisin kanını kalbini zikrini fikrini,
herşey devam ederken sen durabilirmisin...
^^Belki tanrıyı görebilirsin o zaman^^...
En minimal enerji bir fotoğraftır aslında ve tanrı her fotoğrafın içindedir...
17 Ocak 2009 Cumartesi
on progressive sound's

yazmak isteyipte yazamayan köşe yazarları gibi karın ağrılı ve sancılı dört adet duvar ve ben kendi köşemdeyim ve karşı köşede yazabilen herkes zevkten dört köşe...kafalardan geçenleri alıp çizmek gözünün önüne kolay deil artık,maskenin altına girsen botoxdadır tebessümün gizemi,dahada şeffaf olursak yalan bu tatavalar bizim için,biz küçük balıkla gayriihtiyari tanıştık ve gayet ihtiyardık oltayı bıraktığımızda,yanımızda büyük balık...evet,yani hayır... mübalanın soyaağacındaki yerimi deiştirmesini istemem o kadarda ihtiyar diilim ! yinede favoride diilm ama olamadığım için deil yani plaseyken daha iyi görüyorum daha iyi okuyorum,belki daha rafadan ama daha estetik işte,yani arkana bakmak streslidir,arkadan gelmek daha nötr...bazen bazı duygularıma şemsiye tutamıyorum gözlük takmaktansa güneşi biraz sola almak yada en realist cinayetin tek tanığı olmak istiyorum ve şıracıyla bozacının arasını açmak istiyorum artık yavaş yavaş,aslında şemsiyeyi bir kenara bırakıp mazeretsiz nedensiz gayriresmi bi sevgili istiyorum ve bu fotoromanın ilk sayfasına koymak istiyorum onu ve yeniden şekil vermek istiyorum tüm legolara onunla,renk vermek siyaha ve beyaza ve adını koymak istiyorum tanrının,ne kadar piano varsa egoları yok edilmiş hepsine düşünce yüklemek istiyorum,ruhsuz çalmasınlar yaşamsal melodileri çalıp gitmesinler yorgunlukları,yorgunluklar müzikte kalsın,ama kalmasın bir tane framboazlı waffle hepsini yemek istiyorum onunla ve son sayfaya gelmeden ölmek istiyorum yine gayriresmi bi şekilde,ancak gözgöze,kafakafaya,çırılçıplak...biraz tatlı bir ölmek...VE sonra tek bir deklanşör sesiyle uyanmak istiyorum...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)